Dindarlığın Modernizmle Sınavı
Dindarlığın Modernizmle Sınavı
Son yıllarda zihnimi meşgul eden sorulardan biri de şudur: Toplumsal ve kamusal alanda dini görünürlülüklerin artıyor olması, Müslümanlaşma kalitesinin göstergesi olarak kabul edilebilir mi? Zahiri yansımalar bu yönde umut verse de maalesef arka plana baktığımızda gerçekler bu umudumuzu pek de onaylamıyor…
Müslümanların yaşamakta olduğu devinim, düşünsel dönüşüm dur-durak bilmiyor…Dindarlığın görünür boyutu ile yetinenler nedense dünyevileşme ile dumura uğrayan değerlerin farkında olmuyorlar… İbadi ritüeller, dini figürlerle teselli bulan kitleler, profan bir algıya, pagan bir etkiye kurban gittiklerini bilmiyorlar…
İçi boşaltılan bir dindarlık kimin işine yarar, sorgulanmıyor… Sathilikler, sahtelikler sahiciliğin üstünü nasıl örtüyor, bu da bilinmiyor…
İslami kimliğimizin flulaşması, dini şiarlarımızın aksesuarlaşması, Müslümanlığımızın muhtevasızlaşması neyin göstergesi? Bu durum, modernleşme salvolarına karşı insanımızın ne kadar savunmasız kaldığının ifadesidir…
Daha da ötesi, dindarlar dünyevileşmekle kalmıyor, dini de dünyevileştiriyorlar… Seküler bir zihinle İslam’ı okuyor, vahyi ona göre yorumluyorlar… İslam’ı olduğu gibi kabul etmesi gerekenler, istiyorlar ki İslam, bulundukları hal üzere kendilerini kabul etsin… Şartları belirleyen bir İslam yerine, şartların belirlediği bir İslam öne çıkıyor…
Allah’ın boyası ile boyanması gerekenler, yaşamlarında siyasete liberal bir boya, sosyal hayata seküler bir boya, kültüre popüler bir boya, düşünceye rasyonel bir boya çalabiliyorlar…
Renksizleşen ya da renkten renge giren silikler, İslam’ı ne temsil ne de tebliğ edebilirler…
Kimilerine göre bu durum, dinin elden gitmesidir… Hayır! Din elden gitmez, yozlaşır… Dini yaşamın içi boşaltılır… Aslını seçemez olursun… Dinin mana ve muhteviyatı zayıfladıkça din adına mitos ve menkıbeler dinleşmeye ve bu da dinde yozlaşmaya neden olur.
Evet, İslam’ın ruhu ile oynarsanız ne olur?
Akide felsefileşir…
İbadet adetleşir…
Din ideolojileşir…
İslam Protestanlaşır…
Sonra, hayatı tümden İslam’a bağlamak yerine, İslam’a hayatımızda bir parça yer açmakla yetinir oluruz…
İşte liberal düşünce ve davranışların Müslümanları sürüklediği uçurum… İslam’lardan İslam beğen…
Sloganlaşan İslam… Kültürleşen İslam… Sıradanlaşan İslam… Adetleşen İslam…
Bir de bakıyorsunuz ki her çılgınlığın dini versiyonu hemen vizyona giriyor… Tesettür defileleri, güzellik merkezleri, zayıflama kürleri, marka, moda, model savaşlarının Müslümancası… Bankacılığın İslamcası… Nasıl da beceriyoruz? Ne de yakışıyor?
“Ehli dünya”dan tek farkımız, ehlileşmiş Müslümanlığımız… Muhalif damarı kurumuş, direniş ruhu çökmüş, mücadele azmi kırılmış yığınlar…Ruhen fakirleşiyoruz… Zihnen donuklaşıyoruz… Kalben uzaklaşıyoruz… Bir umursamazlık, bir umutsuzluk, bir uyuşukluk… N’oluyoruz? Duruş duruş değil… Durum durum değil… Doğrusu iç dünyamızdaki alaborayı durduramadık… Bu bir eksen kayması mıdır, kimlik krizi midir, kıyamet alameti midir? Bilemiyorum…
Olgu dinleştikçe İlahi sınırlar zorlanıyor, ilkelerle oynanıyor, değerler sulanıyor…
Münkere alışık, şerle tanışık, şeytanla barışık bir profil ortaya çıkıyor… Ve Mevlana haklı çıktı: “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.”
Çağdaş Mürciye, modern İbahiye ciddi anlamda taban buldu…
Kalkış noktası ise: “Müslümanlar her şeyin iyisine layıktır” mantalitesi… Malum işleri “ama”larla, “ancak”larla geçiştirme becerileri… Tabii ki tüm bunlar birden bire olmuyor; alıştıra alıştıra… Modernizm içselleştirildikçe dini yaşamın içi boşalıyor… İliklerimize kadar modernizm soluyoruz.
İşte modern kent dindarlığının kırılgan hali… “N’olacak bu Müslümanların hali?” diyemiyorsun… Bu acı ve çarpık tablo, “dışı seni, içi beni yakar”ın ifadesi…
Çürüyen ve çöken birey… Çözülen aile… Parçalanan cemaat… Çözümden ne kadar uzaklaştığımızın göstergesi…
Vakaya boyun eğip vahye veda edince işte işin varacağı varta budur…
Kuru dincilikle, kof dindarlıkla kendinizi koruyamaz, geleceği kuramazsınız…
Dindar dünyacıların son durumu; bilgi ile ukalalaşan, başarı ile büyülenen, servet ile şımaran, güç ile büyüklenen, konfor ile küflenen, kariyer ile körlenen bir kötü gidiş…
Alabildiğine ılımlılaşan bir İslam’ın Allah ile ne ilgisi olabilir ki?
Hz. Ali (ra) boşuna seslenmiyor: “And olsun ki sizde, sizi bir araya getirecek bir din, sizi (gaye için) bileyecek bir duygu yoktur”.
Evet, dindar ama dini dar… Dindarlardaki dini daralma ya da savrulma hayra alamet değil…
Şimdi tüm bunlara “ahir zaman alametidir, kıyamet yaklaşmıştır, dolayısıyla normaldir” dememiz mi lazım?
Sormak gerekmiyor mu: “Din bir etiket midir? Yoksa rozet midir?”
Aidiyetler gidince geriye sadece şekil ve suret kalıyor… Bu sarmalda şiar ve şuura yer yoktur… Şikeli, hileli, şaibeli yaşamların önü sonuna kadar açıktır… Bu badiyede kirliliklerin nasıl kanıksandığını, kutsalların nasıl kundaklandığını görmek basiret ehli için zor olmasa gerek…
Keyfiyetsizlik ve kifayetsizlik nasıl da kabul görüyor… Artık rağbette olan, revaç bulan dindarlık değil, dini görünürlülük… Bunlarla da kalmıyor; dinde laubalilik, dinde aşırılık, dinde şekilcilik, dinde dünyacılık, dinde bireycilik dolu-dizgin devam ediyor…
Daha da beteri herkesin kendi yorumunu dinleştirmesi… Elbette, kendi yorumlarını mutlaklaştıranlar hakikate ulaşamazlar…
Edepsiz âlimler, tefekkürsüz abidler, idealsiz arifler, amelsiz aydınlar, aksiyonsuz akademisyenler, aşkınsız ve aşksız abiler güven vermiyor, gelecek vaat etmiyor…
Bireysel dindarlıkla da bir yere varılmıyor… Çünkü iddiası yok!
Devrimci öz, direnişçi ruh, dönüştürücü damar kalmayınca geriye muhafazakârlaşmak kalıyor…
Muhafazakâr kimlikle gelen İslami söylem ve eylemler ise kimseye heyecan vermiyor, harekete geçirmiyor…
Ekonomik gücü büyüyen nice insanın, insanlık kalite ve kalibresinin nasıl küçüldüğüne tanıklık etmekteyiz…
Peki, bu yozlaşma ve yabancılaşma süreci ne zaman başladı?
İnsanımız şu üç şeyle tanışmaya başladıktan sonra: İktidar… Para… Karşı cins… Bu üçgeninin baştan çıkarıcı çekim gücüne dayanamadılar, direnemediler… Bizim dindarlar bizi tanımaz oldular… Demek ki politize olmanın, popüler olmanın, paralı olmanın dayanılmaz hafifliğinden kolay kolay kimse kurtulamıyor…
Evet, cihadsız yaşamların ceremesi ağır oluyor…
Müslüman gibi davranma yetmiyor, Müslüman olmak gerekiyor…
Modern zamanlarda dindarın duruşunu ve direnişini güçlendirmek ertelenemez bir görevdir… Peki, bu ne kadar mümkün? Pekâlâ mümkün…
Yeter ki vahyin sönmez ışığını, şaşmaz sözünü, tükenmez soluğunu bugüne taşıyabilelim…
İyi olmakla yetinmeyip, iyiliğin egemenliği için savaşım verebilelim…
Kötülükten korunmakla kalmayıp, beşeriyeti şer ve münkerden koruyabilelim…
Dindarlığı diri ve duru tutan dinamik ve damarları canlı tutabilelim…
Ve iddiamızdan vazgeçmeyelim…
Çünkü imanı olanın iddiası olur!
Ramazan Kayan
Peki, bu yozlaşma ve yabancılaşma süreci ne zaman başladı?
İnsanımız şu üç şeyle tanışmaya başladıktan sonra: İktidar… Para… Karşı cins… Bu üçgeninin baştan çıkarıcı çekim gücüne dayanamadılar, direnemediler… Bizim dindarlar bizi tanımaz oldular… Demek ki politize olmanın, popüler olmanın, paralı olmanın dayanılmaz hafifliğinden kolay kolay kimse kurtulamıyor…
ne kadarda güzel söylemiş ramazan kayan….
"YA RAB; iktidar imtihanında bizleri ÖMER (ra), zenginlik imtihanında EBUBEKİR (ra), ABDURRAHMAN B. AVF (ra), ve kadınla imtihanımızda MUSAB B. UMEYR (ra) gibi duruş sahibi kıl bizleri…." AMİN….